DÜŞMANDAN KAÇILMAZ! CEPHANENİZ YOKSA SÜNGÜNÜZ VAR!
Mustafa Kemal (ATATÜRK), 25 Nisan 1915 tarihinde 3. Kolordu Kumandanlığı’na
yazdığı raporda, 57. Alay ve bir dağ bataryasını Kocaçimen sırtlarına sevk ettiği anda, karşısına
çıkan ve geri çekilmekte olan 27. Alay’a mensup Türk askerlerini nasıl tekrar cepheye sevk
ettiğini şu şekilde aktarmaktadır:
“Takip ettiğimiz dereden bizi Kocaçimen’e isal edecek muayyen bir yol olmadıktan
başka, Kocaçimen’e vasıl olmak için atlamağa mecbur olduğumuz saha pek ziyade fundalık ve
su’bü’l-mürur kayalıklı derelerle mali idi. Bir yol bulup kıtayı sevke delalet etmesi için topçu
taburu kumandanını tavzif ettim. Bu zat kayboldu. Andan sonra batarya kumandanını memur
ettim. Bu da başını alıp Kocaçimen tepesine kadar gitmiş. Delaletinden istifade edilemedi.
Bizzat yol bulmak ve müfrezeyi oradan sevk etmek suretiyle Kocaçimen tepesine
muvasalat edildi. Orada denizdeki gemilerden ve zırhlılardan başka bir şey görmedim.
Düşmanın piyadesinin henüz oradan uzak olduğunu anladım. Efrat dahi o müşkül araziyi bilâ
tevakkuf katetmek yüzünden yorulmuş ve yürüyüş umku derinleşmişti. Alay ve batarya
kumandanlarına efradı tamamen toplamak ve küçük bir istirahat vermek üzere 10 dakika
denizden mestur olarak tevakkuf etmelerini, badehu beni takip etmelerini ve kendimin Abdal
geçişinden Conkbayırı’na gideceğimi anlattım. Ve yanımda yaverim ve emir zabiti ve sertabip
ile oralarda tekrar bulduğumuz fırka topçu cebel taburu kumandanı olduğu halde evvela atlı
olarak yürümeğe teşebbüs ettik. Fakat arazi müsait olmadığından hayvanları bırakarak yaya
olarak Conkbayırı’na vasıl olduk. Bu esnada Conkbayırı’nın cenubundaki 261 rakımlı tepeden
Conkbayırı’na doğru 27. Alay’dan sahilin tarassut ve teminine memuren oralarda bulunan bir
müfreze efradının Conkbayırı’na doğru kaçmakta olduklarını gördüm. Bizzat bu efradın önüne
çıkarak
-‘Niçin kaçıyorsunuz?’ dedim.
-‘Efendim düşman!’ dediler.
-‘Nerede?’ dedim.
- İşte! Diye 261 rakımlı tepeyi gösterdiler.
Filhakika düşmanın bir avcı hattı 261 rakımlı tepeye yaklaşmış ve kemal-i serbestiyle
ileri doğru yürüyordu. O zaman bu kaçan efrada bağırarak
-‘Düşmandan kaçılmaz’ dedim.
-‘Cephanemiz kalmadı’ dediler.
-‘Cephaneniz yoksa süngünüz var’ dedim.
Ve bağırarak bunlara süngü taktırdım ve yere yatırdım. Aynı zamanda Conkbayırı’na
doğru gelmekte olan piyade alayı ile cebel bataryasının yetişebilen efradının marş marş ile
benim bulunduğum yere gelmeleri için yanımdaki zabitleri geriye saldırdım. Kolun başında
bulunan bir bölük yetişti. Cephanesiz efradı takviye ederek düşmana ateş açmalarını emrettim.
Ve yanıma gelmiş olan alay 57 tabur 2 kumandanına (Yüzbaşı Ata Efendi) bütün taburuyla bir
bölüğünü takviye ederek 261 rakımlı tepe üzerinden düşmana taarruz etmesini emrettim. Cebel
bataryasına Suyatağı’nda mevzi aldırarak düşman piyadesi üzerine ateş açtırdım.”
CEPHEYE ASKER GÖNDEREN ANNE ÖL DE KÖYE DÖNME!
Milli Ajans muhabiri, Bilecik İstasyonu’nda cepheye oğlunu gönderen bir annenin
konuşmalarına şahit olmuş ve bunu şöyle aktarmıştır:
“Bilecik İstasyonu’nda ise başka bir ana oğlunu askere uğurlamaktadır. Oğluna verdiği
nasihat Müslüman Türk annesinin dini ve vatanı için evladını şehit vermeyi bir mukaddes vazife
bilişinin diğer bir misalidir:
-Oğlum, Hüseyin dayın Şıpka’da, baban Dimetoka’da, kardeşlerin Çanakkale’de
yatıyorlar! Sen benim son yongamsın! Minarelerden ezan sesi kesilecekse, caminin kandilleri
körlenecekse sütlerim haram olsun. Öl de köye dönme. Yolun Şıpka’ya uğrarsa, dayının ruhuna
fatiha okumayı unutma. Haydi oğul! Allah yolunu açık etsin.
Ana, nasihatlerini dinleyen oğluna son defa sarıldı, oğul anasının elini bir daha öptü,
trene doğru yürüdü. Türk kadınının bu yüksek ruh halini gören subayın bu anneye yaklaşarak
sorduğu:
-Ana, demek sizin ailenin bütün erkekleri şehit oldular ha? şeklindeki soruya:
-Ah oğul ah! Ne ailesi, ne sülalesi; elli yıl var ki, köyümüzün sokaklarında bir genç
dolaşmaz oldu ve yine elli yıl var ki, biz gencimizi köyümüzün mezarlığına gömemedik, her
biri, her cepheye gönüllü gitti, cevabı dönemin gerçeğini gözler önüne sermektedir. Analar
yiğitlerini bir daha geri gelmeyeceklerini bile bile cepheye göndermiştir. Biri Osman’ını, diğeri
Hüseyin’ini, bir başka anne ise Hasan’ını saçına kına yakarak vatanın bekası için gözlerindeki
yaşı yüreklerine akıtarak, ama bir o kadar da mutmain [inanmış] bir şekilde cepheye
göndermiştir.”